Tadında bırakılan yapımlar her daim favorim olmuştur.Mesela
LOST(!).Şaka bir yana diziyi yayım yayım yaymaları bana o kadar battı ki sezon
sezon itinayla takip etmem gözüme görünmedi,final sezonunu izlemedim önümüzdeki
yüz sene içinde de izlemek gibi bir planım yok.Az olsun,öz olsun izleyelim de
bitsin mantığındayım,bu noktada imdadıma mini diziler yetişiyorlar çok
sağolsunlar.
Birkaç gün önce yine kendi kendimi heveslendirip şöyle güzel
bir mini dizi izleyeyim dedim.Böyle bir girişim bir hafta önce izleyip hayal
kırıklığına uğradığım Dead Set’i de telafi edebilirdi hem.Ufak çapta bir
araştırma sonucu The Prisoner’ın 2009 remake inde karar kıldım.Yeniden
çevrimlerden hiç haz etmem normalde ama orijinal yapımın uzunluğu ve 2009
versiyonundaki Ian McKellen faktörü kalbimi yumuşattı.
İnternette orijinal versiyon için televizyon tarihinde yeni
kapılar açtı,inceptiona,matrixe,truman showa hatta LOSTa esin kaynağı oldu
tarzı yorumlar var.Orjinali bilemeyeceğim ama mini dizide 1984vari klasikten
ziyade klişeleşmiş distopya esintilerini algılamamak olanaksız.
Konu şöyle:vatandaşlara isimlerle değil sayılarla hitap edilen,insanların yaşadıkları yer haricinde bir yer,algılarının dışında başka bir algının olabileceğini bile kabul etmediği bir yer village.Baş kahramanımız ‘6’(Jim Caviezel) da village ın çevresindeki çölde uyanıyor ve bu garip yer hakkında hiçbir şey bilmemekte tek isteği ise New York’taki sıradan hayatına geri dönmek.Fakat kasabanın reisi konumundaki ‘2’(Ian McKellen) başta olmak üzere kasaba sakinleri düşündüğü gibi bir hayatın hiçbir zaman varolmadığına ve içinde bulunduğu hayatın gerçekliğine 6’yı inandırmaya çalışıyorlar.Daha fazla ayrıntıya girmeden kesiyorum bu kısımdan sonrası spoiler zira.
I’m not a number,I’m a free man!
Dizinin mottosu bu aslında.Sonradan yalan olmayaydı iyiydi
gerçi.
Karman karışık olay örgüsü yerli yersiz flashbackler sinirime
dokunsa da bana Black Mirror’ı hatırlatan bir kapitalizm eleştirisi
patlatıverdi 2,güzel de oldu,hem böylece ben de diziyi vasatın altı olarak
değerlendirmekten kendimi alıkoydum:
“ Dünya, çok yakından baktığında pek de güzel bir yer değil.Zulme
aşık oluyoruz. Porno film çekip, buna "haber" diyoruz.Gündelik dehşet
rutini.Yaklaşan felaketin ekolojik sorununsa politik olduğunusanıyorlar. Ama
hayır. Hayır.Büyük savaş, "psikolojiktir".Kafanın içerisindedir.Kendimizi
şişko, solgun,hırıldayan hayvanlara çevirdik.Duyarsızlıkla eğitilen.
Zalimlikle eğlendirilen.Ve işte bu.Yeni bir dünya yaptık.Daha
insani. Gerçi yine de kulağıma "Yanılıyorsun" diyen bir fısıltı var.
Haklıydılar.Vahşiler, vahşiler, vahşiler hep en doğrusunu yapıyordu.Gelmeni
istedim. Suçumu silip atmanı istedim.Haklısın. Yol, sensin.Nefret olmak.
İntikam olmak.Evet, buna saygı duyuyorum.Gebert beni.Bundaki mantığı görüyorum.Ve hiç mi hiç korkmuyorum.Çünkü biz, yani sen ve ben insan olmak nasıldır, biliyoruz.İnsanoğlunun içindeki canavara boyun eğmeliyiz.Sana bunu söylüyorum,çünkü kim olduğunu biliyorum.”
Bir de şu var ki bu cevabın muhatabı benim dedirtti :
“11-12:6 neden başka bir yer olduğuna bu kadar emin?
Son bölüme kadar 6’ya inancımı yitirmedim,ölümle karşı karşıya geldiğinde bile savunduklarından vazgeçmeyen adam son 10 dakikada kendi doğrularının temeline kurulmuş bir kasabaya tav oldu,kitaptaki en eski numara koltuk sevdasının canlı örneğine dönüştü o noktada delirdim işte ben.Sonra aklımı başıma alınca başından bari galibiyeti hak eden 2’ye saygı duymaktan başka çarem kalmadı,usta manipulasyonlarının meyvesini aldı tabi,oh olsun 6ya.
Şöyle bir 10 bölüm olsa kendine gelir toparlanırmış diye düşünüyorum,3. bölümden 5.nin sonuna kadar işkenceydi adeta 6. bölümdeki kotarma birkaç bölüme yayılsa mis olacakmış.Ama Ian McKellen’ın oyunculuğu için bile izlenmeye değer buluyorum,10 üzerinden 6,5 veriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder