13 Ağustos 2014 Çarşamba

Elveda Junggiller!


Ve bitti...Şükür ki 25 Ağustos’ta yine OnStyle sayesinde ‘The TaeTiSeo’ adlı variety başlayacak,varolan hüznümü az da olsa deprese ediyor bu faktör.

Aslında varolagelmiş varietyler arasında aman aman denecek bir show değildi uzaktan bakınca ama bu seneki son stajıma eşlik etmesi bile bağlanmama yeter de artardı zaten J
Dediğim gibi,JungSis’i tanımayan ya da herhangi bir afinitesi olmayanlar için pek bir şey ifade etmeyebilir bu variety fakat her iki grup fandomu için adeta nimet oldu.Show’un ilk yarısı şerefine bir yazı yazmıştım,yarım kalan işimi bitireceğim şimdi.

2. yarıda programın temposunun biraz düştüğünü söylesem haksızlık etmiş olmam.SNSD’nin Japonya programları ve f(x)’in comebackinin yadsınamaz bir etkisi olsa gerek,kızların yoruldukları her hallerinden belliydi.Yanılmıyorsam 9. bölümde Hilton’daki mini tatillerini ben yoruldum izlerken.Zaten son bölüm,iyice bayılasım geldi bataryası zayıf Jungları gördükçe.



If you say it in a nice way,we’re food connoisseurs.If you say it in a bad way,we’re just pigs.

                                                                                                                           - Jessica
Temposu düşse de programın,bir şey hiç değişmedi o da kızların oburluğu.Sangriadan churroya,bingsoodan pirinç kekine yenmedik sushi yakmadık tart bırakmadılar.

Seçilen fanların ev ziyareti bölümünde izlerken fesatlanmayan var mıdır bilmiyorum.Sorulan soruyu bilen fana ise bir kutu dolusu hediye destesi verildi ki içinde geçen bölümlerden tanış olduğumuz yalan makinesi ve daha nice Jessica and Krystal showunu hatırlatacak nesne vardı.

2. yarıyı daha dinamik kılan f(x) mv setini ve Luna ile Vic’in ev ziyareti oldu.

Tippani ve Hyo’nun ziyaretinden bazı yayınlanmayan kısımlar da ara ara servis edildi bu yarı boyunca.

Ha bir de kızkardeşlerin Namsan ve canlı müze ziyareti de pek keyifliydi.Geçen bahar Vialand’e gidişimde canlı müzeyi gezmeyi unutmuştuk,aynı firmanın elinden çıkmaymış oysa bu da derinden vicdan azabı duymama neden oldu.

LA bölümü çok önce yayınlanmasına rağmen Disneyland kısmını finalde yayınladılar neyse ki.

Peki şimdi ne olacak.Jess tasarım işine girdi,BLANC adını verdiği markasıyla farklı bir alanda yeni bir atılım yapacak pek yakında.Krystal ise My Lovely Girl dizisinde başrol kaptı üstelik ona Rain eşlik edecek.Bundan daha da ilginci olamaz derken Infinite’den L’in 2. adam olacağı haberi geldi ki an itibariyle acıyorum kendisine.
 



Bir ukde:Keşke Jess'in bunu hediye ettiği anı da görebilseydik :/
 

12 Ağustos 2014 Salı

L'écume des jours - Şeyler değişir,insanlar değil.


Sonunda,sonunda,sonunda.Fransızca öğrenme kararı almama ramak kalmışken altyazı geldi de izleyebildim,aylardır bu kutlu günü bekliyordum.Ama beklememe de değmiş hani.

Kitabını okumadan filmini izlediğim nadir uyarlamalardan biri Mood Indigo.Buna rağmen hiç yadırgamadan keyifle izledim,bilhassa Michel Gondry’ye tekrar hayran kaldım.Yarın ilk iş kitabı edinip okuyacağım ki yazarı Boris Vian tarafından 2 günde yazıldığını duyunca da hayretler için de kaldım.
Olay örgüsünden ziyade görselliğiyle güç sahibiydi film.Öyle ki 2 dakikada bir gif yapıp durdum,seyir keyfimi böldüm bir hayli JYazının devamı spoiler içermekte unutmadan belirteyim.
 
Aslında film gayet cıvıl cıvıl bir havada başlamıştı ama gittikçe artan hüzün dozu ve kararan atmosferi ile yavaş yavaş göğsüme bir ağrı oturttu.Zaten Batılı değil de Studio Ghibli yapımı bir animenin kanlı canlı versiyonu izliyormuş gibi bir izlenime kapılmış olmalıyım ki acıklı kısımlar üst üste bindikçe gözlerimin dolmasını engelleyemedim.Bu arada Studio Ghibli demişken unutmadan söyleyeyim,Gondry’den çok önce,2001’de romanı Japonlar uyarlamış,filmin ismi de ‘Chloe’ .Kaçırmadıklarına hiç şaşırmadım.

Musluktan yansıyan gün ışığının ses çıkarması, yaşın yıllarla değil başa gelen kötü olayların yıpratma payıyla ölçülmesi, pamuk şeker dolgulu pasta,kişisel programın rubik kübüne yazılarak not edilmesi, gramofonda kahve öğütülmesi, Simone Beauvoir ve Jean-Paul Sartre'a göndermeler, vince asılı bulut formunda bir kabinle Paris turu yapmak,nöronlarıma şimşek etkisi yapan unsurlardı.Piyanokteyl ise apayrı bir güzellikti, çalınan melodiye göre harmonik içki kokteylleri hazırlayan bu muzır aletin minor tonlardan nostaljik,major tonlardansa iyimser bir tat alındığı söylendi filmde.

Chloe’nin sağ akciğerindeki nilüferi soldurmak için kürün çiçek buketlerinin solana kadar göğsünün üstünde tutmak olması karşısında da diyecek kelime bulamıyorum,o nasıl zarif bir tedavi şeklidir.Aslına bakarsanız tıbbi olarak kist hidatiğin radyolojik bulgularından biri nilüfer belirtisidir, yazar buna gönderme mi yaptı acaba diye de düşünmedim değil J

 

Bu leziz filmin oyuncu kadrosu ise 'cherry on top' kısmıydı diyebiliriz.Omar Sy ve Romain Duris performanslarına bayıldım,filmin duygusal çöküşünün etkili hale gelmesindeki rollerinin hakkını vermişler ziyadesiyle.Audrey Tautou her zamanki gibi,ekstra bir şey söyleme gereği duymuyorum.Sevmeyenini anlayamadığım nadir oyunculardan biri kendisi.



Fakat tüm bu ilginç detaylar bir yana o son 40 dakika neydi öyle?!Acımasız realiteyi böylesine hunharca devreye sokmak kimin fikriydi bilmiyorum ama tüm dengem yerinden oynadı.Chloe'nin Colin'e 'bana kızgın mısın?' diye sorduğu sahnede artık metaneti elden bırakma vakti gelmişti benim için.Tüm yatırımını 'P'artre kitaplarına yapan Chick'in mahvoluşunu adım adım izletmek de filmin efkar bonusuydu.
 

Beni bir hayli üzmesine rağmen romantik film favorilerim arasına girmeyi başardı,puanım da 8.5.Puan kırmamın tek nedeni optimist bir filmmiş gibi görünüp feci ters köşe yapmış olmasıdır.Kitabını okusam böyle olmazdı tabi ama neyse.İlk fırsatta kitapçıya koşacağım çevirisi pek beğenilmiyor ama başka çare de yok maalesef :(

25 Temmuz 2014 Cuma

Bunlar hep sıkıntıdan.

Minnoşluğu yüzünden yana yakıla özlediğim diziler var, bunlardan biri de Pushing Daisies…Birkaç gün önce sırf  bu özlemim yüzünden bu diziye 3564564638. tekrarımı atma kararı verdim.Bir yandan bu dizi bir yandan izlemekte çok geç kaldığım Hobbit serisinin ilk 2 filmi derken dikkatim doğal olarak Lee Pace’e odaklandı:D Bir insan hem Piemaker Ned hem de Thranduil olarak işinin hakkını verebilmeyi nasıl başarabilir hala aklım alabilmiş değil...En nihayetinde gözüm döndü ve niyet ettim Lee Pace filmografisinin bir kısmına yoğunlaşmaya…

Hobbit


Lee Pace’in oyunculuğuna laf etmek cinayet hükmünde olur,o yüzden bu konu hakkında ayrıntılı analizler bu yazıda yer almayacak. Gelelim Thranduil’a.Bu ne görsellik arkadaş el insaf…1. Hobbit filminin başında bir göründü film boyu bir daha görünse diye bekledim ama nerdeeee.Thranduil’un sarı saç kara kaş durumuna isyankar bir güruh mevcut olsa da bu benim takıldığım bir nokta değil,kusur olarak bile görmüyorum hatta. Dağ gibi Elf hükümdarı olmuş işte daha ne olsun.2. filmi pek bir afiyetle izledim sayesinde.”I freed his wretched head from his miserable shoulders” ne leziz bir küstahlık timsaliydi öyle…Gözüm oğlu Legolas ile omuz omuza çarpışacağı 3. filmde,sabırsızlıkla bekliyorum.

Pushing Daisies

Çıkış noktası ölüm olup da atmosferi böylesine optimistik,karakterleri böylesine eğlenceli,görselliği cıvıl cıvıl başka bir yapım var mı?Hayır yok… 2.sezonun sonunda biten bu dizi çok zamansız aramızdan ayrıldı.Sinema filmiyle geri döneceği dedikoduları var aslı vardır umarım.
 
Neyse gelelim Lee Pace’e. Piemaker Ned naif ötesi bir karakter,hayır karakterin tatlılığı yetmezmiş gibi bir de turtacı,gerçek olamayacak kadar iyi bir genç kız hülyası gibi adeta adam.Sadece Ned değil,tüm karakterler diziyi izlenmeye değer kılan ki anlatıcı dış ses de buna dahil.Pushing Daisies aynı zamanda ender rastlanan kalitede bir mizah anlayışına sahip sırf bu yüzden bile 39884905. kerede bile sıkılmak söz konusu bile olmuyor.


Bir bardak süt ve turta olmadan izlenmesi imkansız ama,uyarayım,yakınlarda Pie Hole stili bir yer olmamasına kahretmek içten bile değil çünkü. Ömrüm boyunca tatmadığım kabuğunda gravyerli armutlu turta hasreti çekiyorum senelerdir bu dizi yüzünden.

 

Miss Pettigrew Lives For A Day

Yine görselliği şahane bir film yine Lee Pace… Bu seferde 3 aşığı aynı anda idare eden aktris Delysia’ya aşkından hapse bile girip çıkmışlığı olan ‘now or never’ mottosunu benimsemiş bir piyanist rolünde.Şan şöhret arzusu vs. aşk teması suyu çıkmış bir konu ama mekanlar,kıyafetler ve oyunculuklar o kadar yerli yerinde ki izlediğime pişman değilim hiç.
 
Amy Adams’ın da hakkını vermem icap ediyor,zaten sevdiğim bir oyuncu o uçarı rolünün hakkını da çok iyi vermiş,bravo vallahi.’If I didn’t care’ performansına da bayıldım ayrıca.
 
Bir de küvetten çıktığı sahne bana Venüs’ün Doğuşunu çağrıştırdı ki böyle düşünen başkaları da varmış nette,güzel bir enstantaneydi o da.
                                      
                                              
Miss Pettigrew karakterine hayat veren Frances McDormand  da gayet başarılı,salatalık maskesini yediği sahne de ayrı hoştu doğrusu.İzlenesi bir dönem filmi olmuş sonuç olarak.Londra’da geçmesine rağmen kesif ve koyu bir atmosferden uzak olması da filmin ayrı bir artısı.

 

The Fall


Gözümde Lee Pace kariyerinin iki adet pik noktası var biri bu film işte.(diğeri de Pushing Daisies)Özenle mi seçiyor bilmiyorum ama rol aldığı yapımlar görsel anlamda muhteşem oluyor genelde.Tarsem Singh’in yönetmenliğindeki film 1920lerin Los Angeles’ında geçiyor.
 
Çekim esnasında sakatlanıp hastanede tedavi gören bir dublör(Lee Pace),yine aynı hastanedeki 10 yaşındaki Alexandria’yla tanışır ve ona intikam peşinde olan 6 adamın hikayesini anlatmaya başlar.Psikolojisi kötüleştikçe hikaye de daha karamsar bir hal alacaktır.Biz de bu hikayeyi küçük kızın hayal gücünün şekil verdiği ölçüde izliyoruz film boyunca.En enteresan sahnelerden biri de çevrede onlarca semazenvari dansçının döndüğü evlilik sahnesiydi.Filmin çekildiği ülkeler arasında Türkiye de var(Ayasofya) çekimleri de 4 yılda tamamlanmış vizyona girdiğinde hasılatı düşük kalsa da ortada bir şaheser olduğu inkar edilemez.

 

Soldier’s Girl

Göze battığı ilk yapım,gece kulübünde çalışan trans Calpernia rolünde.Gerçek bir hikayeye dayanıyormuş,duble acıklı o bakımdan.Bu filmin varlığından haberim bile yoktu,film başlar başlamaz Peggy Lee’nin ‘Fever’’ı eşliğinde Lee Pace arz-ı endam edince,neye uğradığımı şaşırdım.Bu rolün de hakkını ziyadesiyle vermiş kendisi.

 

Ceremony

Uma Thurman bile kurtaramamış,hiç beğenmedim vallahi.Bir şey eksik ama ne tam onu da çözemedim.Düğün bozmacalı filmleri de oldum olası sevmem,Lee Pace yüzü suyu hürmetine izledim işte.O da Afrika’da belgesel çeken bir yönetmen aynı zamanda Zoe’nin(Uma Thurman) nişanlısı rolündeydi.Var olduğu sahneler böyle bir filmin beş gömlek üstü bir filmden getirilip monte edilmiş izlenimi yarattı bende.Genel havadan fersah fersah üst düzeyde replikleri vardı,sanki tüm hikayeyi yazan değil de farklı bir yazar tarafından kaleme alınmış gibiydi ağzından çıkanlar.

 

Wonderfalls

Sinopsiste oyuncaklar konuşuyor filan deyince daha muzip bir şeyler bekledim ama yok,başladığım şeyi bitirme inadım olmasa tam yarım bırakmalıktı.Bryan Fuller’ın yazarlığını üstlendiği her iş takdirimi kazanıyor ama bu olmamış sanki.

Bahsetmeden geçemeyeceğim Pushing Daisies’teki Muffin Buffalo teyze karakter olarak Wonderfalls mazisine sahipmiş meğer,işi büyütmüş anlayacağınız.

                                                           Wonderfalls
                                                       Pushing Daisies

 
Twilight ve When in Rome’u ise çok önceden izlediğimden hafızamda pek de taze değil,üzerinde durmadım o yüzden.Lincoln,Marmaduke gibi yan roller üstlendiği filmleri izleyecektim lakin üşendim sonradan.Şu an devam eden dönem dizisi Halt and Catch Fire konu itibariyle beni pek sarmadığından onu da izlemedim hiç.Yeni filmi Guardians of the Galaxy'i bekliyorum,vizyona girer girmez sinema kapısında biteceğim.

P.S.:Lee Pace Hannibal’daki Will Graham rolü için de düşünülmüş zamanında,duyunca kahroldum,ne de güzel olurmuş oysa…

19 Temmuz 2014 Cumartesi

TaeTiSeo-Nerede kaldınız?



Beklemekten helak oldum helak!!!Nerde bu comeback Mecnun’a döndüm be.2014 yılı SNSD için dating skandalları yüzünden(ki bu skandallar Tippani ve Taeyeon’u da içermekte idi.) zor bir sene oldu,bu durumun TTS comebacki zamanlamasına bir etkisi var mı bilemeyeceğim.Tippaniciğim hem Jessica & Krystal’a konuk olduğunda hem de InStyle röportajında bu sene içinde TTS comebacki olacağının sinyallerini verdi ama ben sabrımın son demlerindeyim.Ben de kendi kendime 478754945738. kez Twinkle dönemine sarayım dedim.Twinkle’ın üzerinden 2 koca yıl geçti...Bundan 2 sene önce görür görmez tutulduğum bir mv,dinlemeye doyamadığım bir mini albüm,live performanslarında ne giyecekler diye merakla beklediğim capcanlı stilleri ile dikkatimi cezp etmeleri pek de zor olmadı.O halde hemen bu vitamini kokoşluğunda olan döneme ait outfit örneklerinden pek sevdiğim bir demet.

 







 
 


Bir de bu cağnım trionun Music Core MC liği yaptığı dönemden de birkaç bir şeyler…




 





 

 
Ve istediğim gibi at koşturduktan sonra da albüm hakkında iki çift laf edeyim:

 


Twinkle eraya ait olup da en az sevdiğim şey Panem’den fırlama albüm photoshoot konsepti galiba.Aşırılıklarla arası kötü biri değilim ama beğenime hitap edemedi maalesef.

1.Twinkle
 
Ne zaman dinlesem modumu yükselten pür neşe bir şarkı.Çıkış parçası olmayı da sonuna kadar hak etmekte.


2.Baby Steps
 
On numara beş yıldız.Açar açar dinler dinler dinler içlenirim.Remake bir şarkı aslında ama ne önemi var harika yorumlanmış bir kere.
 
3.OMG
 
Modu yüksek tutmaya yarayan başka bir şarkı daha,1 yıl alarm zil sesliğimi de yapmıştır kendisi.Sözleri itibariyle de pek gurur okşayıcı,özgüven artırıcıdır.İlk 3 saniyesinde belli ediyor temasını zaten.

4.Library
 
Pamuk şekerden bir balad…Kütüphane diyor daha ne desin,bir ara bu şarkıyı okul kütüphanesinde dinleme gibi hastalıklı bir huy bile geliştirmiştim,buna sebep okuduğum föylerin haddi hesabı yok:D
 
5.Goodbye,Hello
 
Bir veda ancak bu kadar güzel edilebilir,bu elbet bir gün buluşacağız temalı şarkıları hep sevmişimdir,bayıldım buna da.Music Core MCliklerine bu şarkı ile veda busesi kondurmuşlardı.
 
6.Love Sick
 
En az sevdiğim şarkı bu albümdeki.Çaresiz aşk itirafları barındıran baladların dişiler tarafından söylenmesine karşıyım o yüzden bu parça ile aram pek iyi değil.

  7.Checkmate
 
Vokal şov desem haksızlık etmiş olmam.Ama biraz yoruluyorum dinlerken.

Eveeeeeet çaresizce yaptığım zaman yolculuğunun da böylece sonuna geldim,ömrüm vefa ederse comeback şerefine de yazı yazmayı planlıyorum,hele bir çıksın da...